16 Ağustos 2011 Salı

# slovakya

Göl Gezisi

Uzun zamandır yazmadım, istemedim. Bu günlerde içinde bulunduğumuz ayın da etkisi olsa gerek birçok şey bana boş ve gereksiz geliyor. Yine de blogları okuyorum, kim neler yapmış takip ediyorum ama söz konusu kendim olunca, yazmaya değer pek birşey bulamıyorum.

Pazar günü yaklaşık bir haftadır güzel giden havayı değerlendirip yürüyüş yapmaya karar verdik. Evden Hlavnaya yürüdük. Sonra 15 dakikalık bir otobüs yolculuğu ile göl kenarına geldik. Hlavna'da caddeye çıkarılmış masa ve sandalyelerle çok şirin cafeler var. Bu yukarıdaki antika tramvay da bir cafenin ikonu, hemen solunda (resimde görülmüyor) cafenin masaları mevcut. Trende cafenin adı ve bir bira markası sanırım yazıyor.


Göle geldiğimizde apartmanlar arasındaki yeşillik ve göl manzarası beni büyüledi. Burası şehir dışı sayılıyor ve buradaki kiralar çok daha ucuz. Bir ara eşimin iş yerinden birisine ait olan bir evi kiralayacaktık. O ev buradaymış ve keşke olsaymış dedim görünce, malesef vergi ödememek için resmi sözleşme yapmak istemedikleri için bize kiraya vermediler ama bizim de yabancılar polisine vermek için resmi sözleşmeye ihtiyacımız vardı.


Etrafında düzenlenmemiş, çimleri biçilmemiş alanlar olduğu gibi, düzenli faal bölgeler de var. Ama tamamen çevrelenmiş bir yürüyüş yolu mevcut. Burada yaşlısı genci yürüyenler, bisiklet sürenler, dondurma yiyenler, öyle güzeldi ki.


Bu resimdeki söğüt hayatımda gördüğüm en büyük söğüt ağacı idi. O kadar büyük ki nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum. Çok geniş bir alana yayılmıştı keşke altında fotoğraf çekilseydim  o zaman anlaşılırdı.


Resimde uzaklarda görünüyor ama genel olarak gölü iki kısma ayırmışlar, uzaktan görünen tesis daha çok gençler ve uzmanlar için. Gölde yüzüyorlar ama bazıları da su kayağı yapıyordu. Uzun bir süre gözlerim su kayağını çeken tekneyi aradı ama göremedim, dikkatli bakınca anladım ki bir çeşit telesiej yapmışlar, o uzun ipe tutunup kayıyorlar, bazı parkurlar var, tümsekler dönemeçler falan. Oldukça eğlenceli gözüküyordu.


Oruçlu oruçlu o kadar yürümeyi gözümüz kesmediğinden, daha yakın görünen düzenlenmiş bölüme gittik. Burası aile ve çocuklar için. Çimler biçilmiş, insanlar kah güneşleniyor kah yürüyor, çocuklar suda oynuyor, kaydıraktan kayıyor. Kimse kimseye karışmadan herkes keyif yapıyordu. 


Biz kıyıya oldukça yakın, ufak bir köprü ile bağlanmış adacık üzerine konuşlandık. Yere uzanmak için duş perdesi getirdik, onu bir ağacın altına serdik. Bizden başka kimse ağaç altında değil hepsi güneşte. Bulunduğumuz yerden çocukları seyrettim. Alttaki resimde de çocuklar plastik topların içine girip, suda gitmeye çalışıyorlardı ama gidemiyorlardı tabi, hamster gibi oldukları yerde döndüler. Tabi çocuğun enerjisini almak için çok iyi bir yöntem.



Valla burdaki insanların enerjisine hayranım, bir grup genç kız da müzik eşliğinde step yaptılar. (Aşağıdaki resim). O kadar uzun süre yaptılar ki ben bile seyrederken yoruldum :)


Buraya gelip de ortamı görünce, insanların bir arada böyle saygılı bulunduklarını görünce imrendim doğrusu. Bizim oralarda gençlerin olduğu plajlarda yaşlılar pek görülmez, yada dışlanır. Burda hepsi içiçe, bebekten en yaşlıya hatta özürlüye kadar. İsteyen bikinili, isteyen kıyafetli, isteyen yürüyor koşuyor, bisiklet sürüyor. Hepsi bir arada öyle güzeldi ki.


Gerçekten keyif almaya dinlenmeye gelmişler ve tadını da çıkarıyorlar. Diğer yandan çok büyük bir alanın böyle bakımlı ve temiz olması, halkın böyle bir hizmeti bedavaya alması bizi şaşırttı. Kesin böyle bir yer tr de paralı olurdu. Üstelik özel değil devlete ait olsa bile. Bu yaz gittiğimiz Sedir adası beni tamamen şoka uğratmıştı mesela. Tamam deniz güzel ama aldıkları 10 tele ile o kadar bakımsız bir alana gitmek beni turistler açısından düşününce çok utandırdı doğrusu. İnsan biraz çevre düzelemesi yapar, güzel şemsiye ve şezlong koyar. Horozların tavukların gezdiği yerde güneşleniyorsun, denize yürümek için gittiğin yol felaket, kıytırık merdivenler falan, ay neyse. Eşim diyor ki burda bu hizmetleri yapmak belediyenin zorunlu görevi, biz de ise belediyenin her yaptığı ekstraya giriyor, halka insan muamelesi yapılmıyor, seçimlerde de tanımı gereği yapılması gereken işler de ekstra gibi lanse edilmiyor mu? Biz bunu yaptık şunu yaptık diye, tabi yapacaksın işin bu, işin tanımı bu, maaşını bu yüzden alıyorsun.


Ay yazınca yine sinirlendim. Napıyım engel olamıyorum, ülkemizde ne güzel yerler var, bizim insanımız da iyi yaşamayı hak ediyor, bu insanlardan ne farkımız var, neden bu imkansızlıklar.


Geçenlerde birine de demiştim. Avrupada yaşanlar hem çalışıyor hem hayatlarını yaşıyorlar. Tr de sadece çalışıyorsun, başa bir şey yok. Oysa her insanın en doğal hakkı. Bu sabah da hayal kurdum ben başbakan olsam ilk çalışma saatleri ile ilgili düzenleme yapardım, AB yasalarını aynen getirirdim ülkeye. Burda sıkıysa desin bakalım patronlar 12 saat çalışmazsan git kendine başka iş bul diye. Eşim diyor burada günde 4 saatten fazla haftada ise 8 saatten fazla mesai yapmak yasak. Hele işyeri çalışana bir yamuk yapsın, sigortasını ödemesin, yada ne bileyim haksız davransın neler geliyor başlarına. Tabi hiç bir çalışan da kaytarmıyor, herkes işi olduğuna memnun ve gereğini yapıyor.


Bana göre Tr nin AB ye girmesi için aşması gereken en büyük engel bu, çünkü bu çözüldüğünde diğeri gelecektir, herkes daha az çalıştığı için daha çok insan çalışmak zorunda kalacak (işyeri aynı işi tek kişiye değil  dönüşümlü olarak birçok kişiye yaptırmak zorunda), insanlar özel hayatlarına vakit ayırdığı için mutlu olacaklar, bu mutluluk çocuklarına yansıyacak, sağlıklı ve dengeli bir nesil yetişecek, mutlu insanlar saygılı, huzurlu olacaklar vs. Umarım bir gün gerçek olur.

12 yorum:

  1. Ne kadar huzurlu bir yer ve fotoğraflar. İnsanın orada olası geliyor..

    YanıtlaSil
  2. resimler dünya cenneti gibi.
    işsizlik sigortasını arttıracağıma bahsettiğin öneriyi hayata geçirirdim.ama çalışmayı sevmeyen ve yatayım paramı alayım zihniyetini nasıl yoketmeli acep?
    belediyeler de yapmayanlardan sonra geldikleri için mi acaba ,sayıp döküyorlar ?

    YanıtlaSil
  3. Fotoğrafları büyüterek ve ekrana yapışarak seyrettim.Sweet November filmindeki sahneler gibi hepsi.Büyüleyici,egzotik..En sondaki çiçekli eve bayıldım.Huzur oralardaysa dönme buralara GeCecim..

    YanıtlaSil
  4. Bayıldım,bayıldım fotolara...
    Hele şu son fotodaki balkonlu daire...

    YanıtlaSil
  5. Ağbimler Çeklerle iş yapmışlardı, onlar alışıktır fazla mesai vs.ye. Mesai saati dolmuş ama işler bitmiyor, ne yapmış ne etmişlerse çalışanları tutamamışlar orda. Bari biri kalsın biz işimizi yapalım demişler ı-ıh.. ki bizde mesai parası da ödenmez pek. Orda ödenmesien rağmen durum bu. Ben de sana katılıyorum; ilk işim mesai saatlerini kısaltmak olurud; çünkü bence mesaiyi doldurmak değil verimli çalışmak önemli. Fotoğraflar harika, sevgiler:)

    YanıtlaSil
  6. fotoğraflar tabiki harika ve yazdıkların... öyle haklısın ki...
    bu ara zaten daralma dönemimdeyim, bu yazıyı okuyunca tası tarağı toplayıp yola koyulmam an meselesi...

    bol dinlenmeler...

    YanıtlaSil
  7. Merhaba Gececiğim,

    Bende bayıldım resimlere. Çok güzel yazmışsın. Sanırım bizler kendimiz için istediğimizi başkaları içinde istediğimizden olsa gerek gittiğimiz yerlerin tadına varamıyoruz hayıflanmaktan. Neden ...neden benim ülkemdede böylesi ortamlar yok diye. Oysa dünyadaki cennette yaşıyoruz. Siyasilerin, bürokratların kötü yönetimleri sonucu ne kadar yıpratılıp horlandığımızı her geçen gün daha iyi anlıyorum.

    Atatürk öldükten sonra sanırım ülkesini gerçek anlamda düşünen bir lider bizi yönetmedi. Kişisel menfaatler hırslar uğruna harcandık. Ezildik. Sömürüldük. Ugur mumcunun dediği gibi vurulduk ey halkım.

    Umarım, ...umarım bundan sonra hakettiğimiz daha iyi yönetimlere kavuşuruz.

    Sevgilerimle*

    YanıtlaSil
  8. İstanbul'un yoğun temposuna kapılmış giderken tam olarak bu yazıda ifade ettiklerinizi düşündüm.Aslında yapmak istediğimiz o kadar çok şey varken çalışma temposunun hızlı olmasından kaçırdığımız bir hayat var.
    Boğaziçi en güzel mirasımız iken çirkin yapılaşma her köşesi parsel parsel yok oldu. Bir blogda gezinirken NewYorkta Central Park'ın fotoğraflarına rastlamıştım NY gibi yoğun bir kentte şehrin ortasında müthiş güzel bir cennet.Avrupadaki blog sahiplerinin şehir paylaşımlarında da huzur var hep.Bizse ancak kendimize ayırabildiğimiz zamanlarda kaçış planı yaparsak rahatlayabiliyoruz...

    mutlu insan mutlu toplumu yaratır.diyor ve uzattığım yorumu sonlandırıyorum.

    sevgiler...

    YanıtlaSil
  9. Sevgili Gece

    Yine çok güzel yazmışsın. Öyle samimiki sanki seninle birlikte bütün Pazar günü gezintisine bende katıldım tabii çektiğin fotoğraflarda bu gezimi zevkli kıldı... teşekkürler..

    Aslında son zamanlarda belki de blogların kapatılması yasaklanması sürecınden sonra bloglar eskı popularıtesını yitirir oldu..
    Daha önceki yıllarda daha çok blog okuyan, yorum yazan insanlar varken şimdilerde sanırım daha çok twitter da, facebook veya başka başka sosyal paylaşım dedikleri ağlara takılmış vaziyetteler ve bu takılma uzun saatler alınca blog okunma oranları eskıye nazaran azalıyor dıye dusunuyorum.

    Ama sen ve senın gıbı blog yazan arkadaşlar yazmaya devam ettikçe.

    Paylaşımcı ve etkileyici görsellerle zenginleştirilmiş yazılarını bizlerle paylaştıkça belki yine o eski güzel günlere döneriz diye düşünüyorum.

    Çünkü yazanı en çok kamçılayan biraz da altına bırakılan yorumlar ve izlenme sayısı gibi geliyor bana.

    Sen hep yaz olurmu? :)

    Kendine iyi bak...

    İyi kal..
    Sevgiler..

    YanıtlaSil
  10. merhabalar:)
    aldınız beni taa oralara götürdünüz:)
    resimlerin içine düştüm diyebilirim...
    böylesine güzel yerlerde yaşıyor olmanız büyük bir şanss.
    tadına doyum olmazdı herhalde o göl manzaralı evde oturmaya:)daha güzellerinde oturun inşallah..
    ben resimleri ve bloğunuzu taramaya devamm ediyorum...:))
    sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  11. poul la fargue'ın tembellik hakkı diye bir kitabı vardır, okumanızı tavsiye ederim, seveceksiniz.

    bence bizim memleketin sorunu, yönetimde olan hükümetlerin beceriksiz, art niyetli, kendi çıkarlarını her zaman ve her yerde en önde görmeleri. istisnasız bir cumhuriyet tarihi kadar zamandır -bence- böyle.

    devletin ideolojisi milletinden yana olmadığı gibi, ekolojiyi, yeşili, eşitliği savunan siyasi partiler de olmuyor, varsa yoksa sol-sağ-yukarı-aşağı :S

    inanın biz de sıkıldık. birisi gelse de, sırf hizmetlerle bilsek varlığını... anlamıyorum ki; bir ülkeyi ideolojilerle yönetmenin peşinde, bizleri onca koşturan ne???

    öyle bir hale getirildik ki, kimsenin kimseye tahammülü de kalmadı. sanki herkesi kendimize rakip görüyoruz, sanki bizden olmayan her görüş bizim hakkımızı gasp ediyor, özgürlüklerimizi kısıtlıyor. ne olurdu biz de o göl kenarındakiler gibi bir arada ve saygıyla yaşayabilseydik?...

    bu kadar imkansız olmamalıydı :(

    özlem

    YanıtlaSil